Eylül 17, 2013

The Wristcutters: A Love Story (2006) - Bir İhtimal Daha Var, O Da Ölmek Mi Dersin?


"Can Yücel çevirisi" diye bir şey var değil mi? İngiliz Edebiyatında çeviri deyince ona lezzet katan, o duyguları, coşkuyu hissettiren yegane kişidir sevgili Can Yücel (Baba!). Bilirsiniz, birçok çeviri, aslında şiir deyince hemen hemen hepsi, fikir vermekten öteye gitmez. Bi' dakika, konumuz edebiyat değil sevgili okuyucum. Konumuz bir film tabii ki: Wristcutters: A Love Story. Ölümü kendi elinden olanlarla ilgili. E konu intihar olunca varoluş aklımıza gelir. Varoluş deyince aklıma ilk Hamlet, dolayısıyla ünlü tiradından to be or not to be geldi. Can Yücel bunu bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin? olarak çevirmiş. Filmle ilgili söyleyeceklerimin bir bölümünü Shakespeare söylemiş. Alıntı yapmazsam olmaz:

bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin?

acep hangisi, nefsine destur deyip karayazının 
oklarını güllelerini sineye çekmek mi, yoksa
bu bela deryasına karşı isyan etmek mi
yaraşır insan olana? öldün diyelim, uyudun,
herşey de bitti ve uyuyarak bir kalemde son verdin
tekmil kalp ağrılarına ve tenkafesimize musallat
binbir kahra, binbir acıya, kim istemez ki bu akıbeti
hem de canı gönülden? öldün diyelim, uyudun,
uyudun iyi ama, ya rüya görürsen. işte işin püf yanı

Wristcutters: A Love Story intihar üzerinden umut aşılıyor. Tuhaf değil mi? Ölmek aslında o umutlara bağlananların bıkmışlığına çözüm değil mi? Sonsuz huzur değil mi ki bir de işkenceyi uzatalım. Öyle değilmiş meğerse. Biraz didikleyelim en iyisi.

Gerisi ağır spoiler içerir.

Film Tom Waits'in Dead and Lovely'siyle başlıyor. Zia, karman çorman bir odada uyanıyor. İlk işi etrafı düzenlemek, temizlemek oluyor. Önce "maddi" alan temizliği. Sonrasında içi rahat banyoya gidiyor, bileklerini kesiyor. Şimdi "manevi" alan da temizlendi. Şöyle anlatınca ne kadar basit geliyor fakat filmde şu olanlar öyle güzel resmedilmiş ki Zia'nın intiharıyla da bitseydi "olmuş" derdim. Zia öldükten sonra bizim araf diyebileceğimiz başka bir diyara gidiyor. Burası intihar edenlerin sürgün yeri. Burada gülümsemek yok. Yıldızlar yok. Her şey eski, kırık dökük, çirkin... Cezalandırılmışsınız yukardakiler tarafından. Zia bu diyarda tıpkı dünyadaki gibi hayatta kalmak için Kamikaze Pizza'da çalışmaya başlıyor. İsme gönderme yapmama gerek yok sanırım. Bir barda bilardo oynarken Eugene ile tanışıyor. Eugene Rus. Ailecek intihar edip buraya yerleşmişler. Zia'nın içinde bir his var hep, onu buralara sürükleyen etkenlerden biri olan sevgilisi Desiree aslında ona çok yakın. Ona ulaşmak için Eugene ile farları yanmayan; içinde, düşürdüğün her şeyi yutan bir kara delik olan bir arabayla yola çıkıyor.



Yolda Mikal'e rastlıyorlar. Kendisi buralara yanlışlıkla, aşırı dozda uyuşturucudan gelmiş. Yönetimde olanları arıyor ki bu yanlışlığı düzeltsinler. Mikal bu intiharlıların oluşturduğu memlekette bir şeylerden rahatsız. Orada bile insanları sınırlayan tabelalara savaş açıyor. Shave us Mesiah çok hoştu örneğin. Mikal'in bu anarşik tavrı Zia ve Eugene'de de değişiklikler sağlıyor. Onların kabullenmiş tavırlarına karşı bir şeylerin değişebilirliğini getiriyor. Yıllardır ne yaparsa yapsın yanmayan farları Mikal tek tuşla yakıyor. Burada aslında olmasını beklemezsen olur'a da gönderme var bence.

Filmin atmosferinde bir ölü toprağı atılmış durum var. Umutsuzluk, boşvermişlik kol geziyor. İntiharla huzura kavuşmayı bekleyen ruhlar daha kötü bir kaderle başbaşa kalmış. Sigara, alkol, bohem yaşam... Buradaki bohemlik özeneceğimiz bir bohemlik değil. Mikal'i tutuklayan polisin oraya geliş hikayesine bakalım. Savaşta, cephede, o dehşet ortamında, arkasında "no exit" yazan bir yere inat edermiş gibi intiharla işte çıkış yolu bu demiş. Olmamış yine de. Zaten Zia da burda da intihar etmeyeceğim ki daha beterine rastlamayayım diyor. Öğrenilmiş çaresizlikteki kahramanlarımızın imdadına Mikal geliyor. Onlara bir şeyler hatırlatıyor: aramayı, peşine düşmeyi, umut etmeyi. Tabii bunlara inanabilmek için bir anlam olması gerekiyor. Eugene hayatın anlamını sormuş babasına daha çocukken intihar girişiminde. Babası da ona bunu tokat atarak göstermiş. Madem olay bu kadar sert, yumuşatma işi bize düşüyor. Yani anlamı etrafında aramadan önce kendinde bulmalısın diyor. Hayyam ne demiş, cennet de burada cehennem de. Filmin sonuna doğru da kurtarıcımız mesih de bırakıp gitmedi mi kurtarılmayı bekleyenleri zaten.

Filmin müzikleri muhteşem. Hele ki bunun yanında o müzikler senaryoyla anlamlı hale getirilmiş, daha bir leziz olmuş. Misal, Eugene'nin Zia ile söylediği şarkının sözleri tıpkı filmin başındaki Zia'nın odasının tasviri niteliğinde. Barda çalan Joy Division'dan Love will Tear Us Apart Desiree ve Zia'nın hikayesini hatırlattı bana.  Fakat esas alkış, Kneller'ın sen hep elde edemeyeceğin kadınlara aşık oluyorsun repliğinde fonda The Smiths'ten I Want the One I Can't Have'in çalışına gidiyor.



Bu ölüler diyarında gülümsemeye yer yok demiştik. Zia ve Mikal'in dünyaya dönüşünden sonra ikisinin birbirine gülümsemesi benim de sonunda gülümsememi sağladı. Bu finalden sonra belki şu aklınıza takılmış olabilir. Bu insanlar gömülmüştü başlangıçta, ne oldu o törenlere, nasıl oldu da döndüler gibi. Demek ki bizim izlediklerimiz bir hayaldi. Shakespeare'in dediği gibi o ölüm uykusunda kim bilir neler gördüler onu biz görme şansı bulduk. O uyku onların dönüşümü için bir yolculuktu. Zaten filmde de kahramanlarımız hep bir yolculuk halinde değiller miydi? Kara deliklerinde unuttukları, kaybettikleriyle birlikte hayata geri döndüler.

Olmak ya da olmamak bütün mesele bu. Hamlet ne yapacağına karar verememiş bir çocuktur. Her ne kadar çoğu zaman yukardaki tiradın intiharla ilgili olduğu düşünülse de aslında ilgisi yok. İhtimaller üzerinden konuşuyordur Hamlet. Ölmek ve uyumak. Hangisi daha iyi acaba? Filmde de bunu görüyoruz. Ölsen nasıl bir hayat uyusan nasıl bir hayat var karşında. Uyumak daha mı iyi? Hadi öyle olsun. O zaman hayatı fazla ciddiye almayalım. Kneller'ın dediği gibi çaba göstermezsen olur-muş. Gösterince olmadığına şahit olduk bir de burdan yakalım madem. Mutluluğumuzu başka bir şeye bağlamak yerine kendimizde bulsak sonrası zaten gelecek-miş. Bilmem, belki bizim de kibritimiz uçar bir gün. Öyle değil mi İnci? 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder