Kasım 09, 2014

Bir Modern Zaman Kahramanı: İsmail Abi

“Yanlız” nasıl bir yazım yanlışıysa İsmail Abi için kaybeden demek de öyle bir yazım yanlışıdır. Ve bu etimolojik değil sosyolojik bir yanlıştır. Sanayi devriminden beri insanı ve toplumu mekanik bir varlığa evirmeye çalışan, yüksek karlılık hedefleyen, insana muadil makineyi icat eden, beceremeyince de makinenin yerine yeniden insanı ikame eden acımasız sisteme karşı çıkan kinik bir felsefe, direngen bir gülüştür İsmail Abi.  

Adının önüne yanlış bir sıfat-fiil getirerek (kaybeden) ondan “tutunamayan” yaratmaya çalışmak Oğuz Atay’dan rol çalmaktır ki, rol çalmak asrın kronik rahatsızlığıdır aslında ve tedavisi imkansıza varmaktadır çağımızda. Onun adının önüne getirilecek yegane sıfat/sıfat-fiil “bekleyen” olabilir. Ve beklemek, inadına beklemek, sıradan bir ölümlünün katlanamayacağı ağırlıktaki yüktür. Bu yüzden İsmail Abi bir süper kahramandır. İlk insanla birlikte var olmuş, her çağda farklı bir siluette ortaya çıkmış, İsmail Abi olarak görünmesi, modernitenin can yakmaya başladığı, burjuva rekabet ideolojisinin topluma sirayet ettiği zamanlara denk gelmiştir.  


Biraz farklıdır tüm süper kahramanlardan. Pek görkemli değildir genel kanıya göre. Pelerini janjanlı bir cekettir mesela, yegane silahı: koşulsuz sevgidir. Kitabi tüm süper kahramanlardan farklıdır yani İsmail Abi… Avucumuzdaki henüz soğumamış insan sıcağı, şairin kapı komşusu, iyot ve yosun kokan çocuk eli, güneşten değil de soğuktan kararmış insan teni, saça düşmüş ak, kapı önünde çıkarılmış ayakkabı, zamanın akışını yumuşatan, kitap arasında unutulan bir dost notu ve tabi ki çayın en taze hali… İsmail Abi, bütün beklediklerimizdir yani…  Zinos

Eylül 30, 2014

Uzak Yakınlık (2014)

Edebiyattan anlamadığım günlerdi. Gerçi şimdi de pek anladığım söylenemez ama artık edebiyatın farkındayım en azından. Oz bana "Sen Edip Cansever'i seversin" dedi, ben de o gün düşünmeden #NeYapıpEdipCansever moduna girdim.

Bu olaydan birkaç ay önceyse Oz bana "Göğe Bakma Durağı'ndan film çıkmaz mı?" demişti, ben de çıkartamamıştım ne yalan söyleyim. Ama o gün bir şiir uyarlaması fikri kafama yatmıştı.

Roman uyarlamalarına sıcak bakmam aslında. Çünkü ne kadar iyi bir film olursa olsun, kitabı her zaman daha iyidir çünkü edebiyat bazı konularda sinemadan çok daha avantajlı. Ama bu demek değildir ki sinema edebiyattan beslenmesin. Aksine, sinema diğer tüm sanat dallarından beslenebildiği için bu kadar özel.

Bir şiir uyarlaması bana bir roman uyarlaması kadar ütopik gelmedi. Çünkü şiir farklıdır. Kısadır, daha ayrıntısızdır ve daha yoruma açıktır. Uzak Yakınlık'ı da yine Oz bana teklif etti.

Bir senaryo yazdım ve kenara koydum. Sonra bir gün Joganita'dan arkadaşlarım Ahmet ve Dilan'a teklif ettim rolleri. Dilan'ı ikna etmek birkaç gün aldı ama sonunda başardım, topladım çantamı, yanlarına gittim ve çekimlere başladık.

Başta Ahmet Dilan'a "uşağın filmini bok edeceğiz" falan diyordu ama filmi çektikten sonra anladım ki, yönetmenliğimle aslında ben onların oyunculuklarını bok ettim. Bu biraz ekibin tek kişiden (benden) oluşmasından kaynaklanıyor ama daha çok yönetmenlik konusundaki tecrübesizliğimden. Ama olsun. Bu da bir deneyimdir ve beni daha ileriye götürecektir. Kimse anasının karnından David Lynch olarak doğmuyor.


Ağustos 24, 2014

Rüzgâr

 
Bayrakları birbirine
benzemese de ülkelerin
bir ağızdan söyledikleri
barış ezgisini
yankılatır rüzgâr
direklerine çarpan
iplerinin

Savaş alanında
silahların sustuğu saatlerde
mektup yazacak
bir ailesi olmayan askerin
yaptığı kâğıt gemiyi yüzdürür
arkadaşının kan
gölünde

Karıştırır matıların oyununa
çocukların getirilmemesi
rica olunan davetiyelerin
arkasına yazarak
Galata Kulesi'nden
attığımız son sözlerini
Erdal Eren'in

Usulca siler
patika yollardaki
nal izlerini
ve açıp pencereleri
korkutur aniden
tanrıça heykeliyle sevişen
müze bekçisini

Beklediğimiz sensin ey özgürlük
kaybolur izleri
bütün işkencelerin
bir gün çıkıp gelirsen
nasıl ki katlanmış hüznünü
unutuyorsa o anda
rüzgâra açılan bir yelken...

Sunay Akın

Temmuz 03, 2014

Sanat Katliamı: Oldboy (2013)


Chan-wook Park'ın yarattığı Oldboy efsanesini yeniden çevirmek yıllardır Hollywood'un gündemindeydi. Başlarda Steven Spielberg'ün yönetmen koltuğunda olacağı konuşuluyordu. Ve Chan-wook Park'ın dehşetül vahşet filminin rimeyki yerine manganın yeniden uyarlanacağı dedikoduları dolanıyordu. Başrol için Will Smith ve Daniel Craig isimleri gündemdeydi.

2013'te rimeyk tamamlandı. Yönetmen koltuğunda Do the Right Thing, Malcolm X, 25th Hour ve Inside Man gibi iyi işler yapan ama pek çok kez çuvallayan Spike Lee oturuyordu. Filmin (aslında film de denemez ya!) başrolünüyse Josh Brolin üstleniyordu. Konuşulduğu gibi manga yeniden mi uyarlanmış bilmiyorum. Mangayı okumadım. Ama filmin başında mangadan falan söz edilmiyor, filmin 2003 yapımı Chan-wook Park filminden esinlenerek yapıldığı yazıyor. Ben de bu ilan üzerinden yürüyeceğim.


Oldboy'un, veya gayet karizmatik çevirisiyle İhtiyar Delikanlı'nın konusunu bilmeyen yoktur. Bir adam durup dururken hapsediliyor ve uzun bir süre neden hapsedildiğini dahi öğrenemeden bir odada kalıyor. Çıktığındaysa sorularına cevap arıyor ve intikam peşine düşüyor.

Oldboy'un en zayıf noktası yapılmış olması. Remake dediğimiz şey Hollywood'un en büyük fantezilerinden oldu son yıllarda. Oldboy da, sistemin ve paragöz stüdyoların basit bir fantezisi olmaktan öteye gidemiyor.

Filmi Amerika'nın paranoyak yaşam stiline entegre etmek adına eklenen ayrıntılar sırıtıyor ve filmi iyiden iyiye basit bir Hollywood-gizem filmi haline getiriyor.

Sırf şu görüntü bile filmin izlemeye değer olmadığını gösteriyorken ben bu filmi neden izlemişim ki?

Gerçek Oldboy'u (gerçek diyorum çünkü Spike Lee'nin Oldboy'u bu ismi taşımayı hak etmiyor aslında) izleyenleri ve dolayısıyla filmin gidişatını bilenleri belki biraz ters köşe edebiliriz diye senaryoya eklenen ayrıntılar gizemini uzun süre koruyamıyor çünkü ayrıntıların hiçbir derinliği yok. Örneğin başrol Joe'un kızını Joe hapisken televizyonda izliyoruz birkaç kez ve neye benzediğini biliyoruz. Oysa aslında Joe'un kızı başka birisiymiş. Bu filmin içinde ortaya çıkmadan az çok belli oluyor çünkü filmin Oldboy olabilmesi için televizyonda izlediğimiz kızın Joe'un kızı olma ihtimali yok. Yani film Oldboy olmak istiyorsa bu kız-aldatmacasının başka bir yöne gitme imkanı yok. Filmi izlerken ve Joe'un kızıyla Joe'a yardım eden kızın farklı olduğunu görünce tek bir ihtimal oluyor ve ters köşe hedefi ortadan kalkıyor.

Oldboy'un eklediği bir diğer şey şiddet. Gerçek Oldboy epeyi şiddetliydi fakat bazı şeyleri bizim hayal dünyamıza bırakıyordu. Ki bu da gayet güzel bir şeydi. Çekiçin insanların beynine nasıl girdiğini, nasıl kan fışkırdığını falan görmemize gerek yok.

Ayrıca "Ben tek, siz hepiniz" temalı dövüş sahnesi ne kareografi olarak, ne de sinematografik olarak gerçek Oldboy'un yanına yaklaşamaz.

Benim eksikliğini en çok hissettiğim şey Dae-su'nun dış sesiydi. Efsane monologlar ve eşi benzeri olmayan günlük güme gitmiş. Joe'un kızına yazdığı mektuplarla bu eksiklik doldurulmaya çalışılmışsa da filmin geneli gibi gayet başarısız olmuş. Sanırım Spike Lee anlatmak yerine hissettirmek veya göstermek istemiş ama Oldboy'u efsaneleştiren unsurlardan birisiydi o dış ses.

Sonuç olarak, ben bu filmi niye izledim bilmiyorum. İzlemediyseniz size de tavsiye etmem.

Hatta Hollywood'a ara verin. Gerçek Oldboy'u izleyip doyamadıysanız Chan-wook Park'ın diğer iki intikam filmini izleyin.

Haziran 28, 2014

Göklerde kartal gibiydim.
Kanatlarımdan vuruldum.
Mor çiçekli dal gibiydim.
Bahar vaktinde kırıldım.

Yar olmadı bana devir.
Her günüm bir başka zehir.
Hapishanelerde demir.
Parmaklıklara sarıldım.

Çoşkundum pınarlar gibi,
Sarhoştum rüzgarlar gibi,
İhtiyar çınarlar gibi
Bir gün için devrildim.

Ekmeğim bahtımdan katı.
Bahtım düşmanımdan kötü.
 Böyle kepaze hayatı
Sürüklemekten yoruldum.

Kimseye soramadığım,
Doyunca saramadığım,
Görmesem duramadığım
Nazlı yarimden ayrıldım.

- Sabahattin Ali

Haziran 25, 2014

24 Haziran 2005

24 Haziran 2005. Zaman dursa, tarih hiç değişmese. Hiç 25 Haziran olmasa. Sen şarkılar söylesen...


Haziran 20, 2014

Türk İnsanının Absürt Sevgisi

Ahmet Kural ve Murat Cemcir. Bu iki isim ülkenin en popüler ikilisi konumunda şu sıralar. Gayet başarılı bulduğum Çalgı Çengi'yle dikkatlerini üzerlerine çekmişlerdi. Daha sonra ülke tarihinin en iyi dizilerinden olan Behzat Ç.'de Çalgı Çengi'nin devamı niteliğinde bir bölümde görünmüşlerdi.

Ne var ki, daha sonra o seviyede kalmayıp sisteme kurban oldular. Bazı çok başarılı göndermelere sahip olsa da özünde sıradan bir absürt komedi olan İşler Güçler çekildi önce. Daha sonra Düğün Dernek ve şu sıralar da yine aynı tarzda olan Kardeş Payı.

Çalgı Çengi Türk usulü bir kara mizahtı aslında. Kazara karanlık bir işe şahit olan iki müzisyenin trajikomik paçayı kurtarma girişimi.

Fakat daha sonra üst düzey oyunculuk yeteneklerini daha kaliteli işlerde göstermek yerine arz-talep meselesinden olsa gerek absürt işlere giriştiler.

Düğün Dernek en başta gayet sıradan bir öyküye sahip. İyi bir senaryoyla eğlenceli, vakit geçirmek için izlenebilecek bir film olabilirmiş ama absürtlük filmin sanatsal değerini epeyi aşağı çekiyor.

Türk sinemasının en büyük sorunlarından birisi zaten bu absürt komediler. Vizontele gibi, Hokkabaz veya Her Şey Çok Güzel Olacak gibi, hatta Organize İşler gibi harika işler çıkaran Türk komedi sektörü neden hep absürt işlere kalkışıyor?

Gezi Parkı Ayaklanmasından sonra en geç ülkedeki muazzam mizah potansiyelini biliyoruz. Bu potansiyel neden absürt işlerle harcanıyor? Ve insanlar neden bu absürt işleri talep ediyor? Cem Yılmaz Hokkabaz gibi harika bir işe imza atmışken neden AROG'la veya Yahşi Batı'yla anılıyor?

GORA ve AROG üzerinden devam edelim. Kabul, tipim Türk erkeği uzaya veya taş devrine gitse büyük ihtimalle bu iki filmdeki gibi davranır. Ama bu "Tipik Türk" kalıbını yaratan da biz değil miyiz? Ne bileyim, bir Snatch çekecek mizah yok mu bizde? Neden işin kolayına kaçıyoruz ve komik olmak adına absürt işlere kafa yoruyoruz?

Gerçek komediler çıkmalı Türk sinemasından. Gerçek komedi ne mi? Yakın zamanda güzel bir Watchlist oluşturayım en iyisi. Epeyidir boşluyorum buraları zaten.

Görüşmek üzere.