Filmimiz, We Need to Talk about Kevin. Lionel Shriver'ın aynı adlı romanından uyarlanmış bir Lynne Ramsay filmi. İsminden sanki olaylar Kevin etrafında dönüyor izlenimi verebilir. Doğru ama ben Kevin'ı boşverelim, Eva'ya bakalım derim.
Film bir anneyle ilgili. Annelikle ilgili fimler izlemiştik: J'ai Tue Ma Mére, Challenge gibi. İkincisinde biraz daha stereotype bir anne figürüyle, birincisinde ise daha "rahatsız" bir ilişkiyle karşılaşmıştık. Burada rahatsızlık şiddetli, öyle ki film kırmızı. Daha başlangıcında kendimizi İspanya'da domates savaşlarında buluyoruz. Eva kendinden geçmiş, başlangıçta bohem hava çizen, mutlu bir kadın olarak karşımızda. Buradaki kırmızı tutkulu. Sonrasında bu kırmızı Eva'nın hayatında gerginliği, şiddeti temsil edecek. Bohem bir kadın aslında başlangıçta pek de istemediği fakat sonrasında anne olmanın verdiği sorumluluk (zorunluluk mu desek?) duygusuyla oğlu Kevin ile daha iyi ilgilenebilmek amacıyla çok sevdiği şehri New York'u terkedip yeni bir hayata başlıyor. Burada amaçtan bahsettiğime bakmayın, aslında bütün olay bir kadının çocuğunu sevme mücadelesini konu alıyor.
Film flashback'ler silsilesiyle başlıyor. Yaklaşık ilk yarım saatinde filmi anlamaya çalışıyoruz. Sonrasında Eva'nın iç dünyasına yoğunlaşıyoruz. Bir kadının anne olma yolundaki yalnızlığı, eşi Franklin'in yüzeyselliği ilk gözümüze çarpanlar. Annelik rolünde kadının hele ki Eva gibi özgürlüğüne düşkün bir kadının bireyselliğinden vazgeçip geçmeme çatışmasında kendine ait bir oda (sevgili Virginia Woolf'a selam) yaratma girişiminde Kevin'ın ona verdiği cevap günlük hayatımızdaki gerçeğin bir boyutunu örnekliyor. Anne kimdir, nedir, nasıl olmalıdır gibi sorular soruyoruz. Eva her ne kadar olması gereken anne tipine yaklaşsa da Kevin'ın sevgisini kazanamaz. Öyle ki Kevin sanki hayatını ondan intikam almaya adamıştır. Eva'nın çaresizliğine bir yandan acırken bir yandan da Kevin'ın neden böyle davrandığını anlamlandırmaya çalışıyoruz. İşte burada film biraz zayıf kalmış. Kevin'ın iç dünyasını pek anlayamıyoruz. Her ne kadar birçok eyleminini Freud'la açıklasak da. Birlikte akşam yemeğine çıktıkları sahnede Kevin'ın annesinin konuşmasını ağzına tıkmasından Kevin'ın annesini çok iyi tanıdığını, doktorun iyi bir çocuk olduğunu belirtmesinden, eve geldiğinde durumu babasına yalanla açıklamasından zeki olduğunu, kanlı eylemlerinden şiddete eğilimini anlıyoruz. Fakat neden? Filmin sonunda da Eva neden diyor fakat yine bir cevap alamıyoruz. Benim genelden çıkarabildiğim şu: güvensiz bağlanan fakat hayatının merkezine annesini oturtmuş bir gencin kendini ifade edişinde seçtiği yolun şiddet olması sonucunda ortaya çıkan kaçınılmaz trajedi. Eva'nın süreçte neden böyle davrandığını, süreç boyunca geçirdiği değişimleri anlayabiliyoruz. Fakat Kevin'ın durumunun anneden mi yoksa kendi doğasından mı kaynaklandığını anlamakta zorlanıyoruz. Ben Eva'yı koruyan taraftayım her ne kadar film çoğunlukla Eva'nın yanında olmasa da.
Filmde renkler, afişler işlevsel. Özellikle başlangıçta Eva'nın iş başvurusunda beklediği karede yanındaki afişte "awaiting" yazıyor oluşu, kırmızının türlü yerlerde kullanımı (başlangıçta domatesle dans eden kadının markette domates çorbalarının önündeki gergin bekleyişindeki tezatlık) ufaklık Kevin'in müthiş nefret dolu bakışları ve tabi ki Tilda Swinton muhteşem.
Film sarsıcı. Bittikten sonra bir süre bekliyorsunuz, sindiriyorsunuz. Kafanızda bir sürü soru işareti oluyor ve birçoğu cevaplanmıyor. Bazılarının cevaplanmaması güzel. Kalanlara da fazla kafa yormayalım. Kendimizi o annenin yerine koyalım, buğulu bakışlarla ayrılalım.
Hamiş: Belki de kitabını okumak soru işaretlerimizi ortadan kaldırmaya yardımcı olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder