Ağustos 25, 2013

Mercedes mon amour (1992) - Bir Düşe Ağıt


Sarı Mercedes Türk - Fransız - Alman ortak yapımı 1992 yılında çekimleri tamamlanmış bir Tunç Okan filmi. Aslında Adalet Ağaoğlu'nun Fikrimin İnce Gülü adlı eserinden esinlenilerek çekilmiş bir film. Birçok yerde bu adla da anılır. İlyas Salman'ın görkemli oyunculuğunu gösterdiği filmlerden biri olduğu için aslında bu bilgiler biraz ayrıntı kalıyor onun yanında.

En iyi Türk filmi deyince aklıma Eşkiya ile birlikte gelen filmdir Sarı Mercedes. Underrated bir film olduğunu düşünüyorum. Keza ülkemizde yerli film denince önyargılı bir grup var. O gruba ben de dahilim. Haksız da olduğumuzu düşünmüyorum. Fakat elimizde toplum eleştiricisini böyle güzel dile getiren, özellikle Türk toplumunu, bir film daha var mı bilmiyorum. Varsa yorumunda bekliyorum. Hatta dönemin Türk sineması şartlarına bakarsak saygımın bir kat arttığını söyleyebilirim.



Her ne kadar '92 yapımı olsa da film hala güncelliğini koruyor. Hatta bence o yıllardan daha çok çünkü memleket, aç gezip cebinden Samsung Galaxy düşürmeyen insanlarla dolu.

Biraz film hakkında konuşmaya başlayalım. Elbette spoiler olacak, uyaralım.


Film çoğunlukla toplumsal biraz da Bayram'ın kişisel zaafları üzerinden eleştiri üzerine kurulu. Filme adını veren Balkız (Sarı Mercedes) Almanya'nın modern duruşunu simgeliyor. Almanya bunu sindirmiş. Ne de olsa kendi kültürü. Türkiye bunun tam ortasında. Kendi kimliği ve ideal gördüğü Avrupa kimliği arasında bocalıyor. Ona ulaşmak isterken komik durumlara düşüyor. Bir zamanlar hakimi olduğu Avrupa karşısında bu kez bükük. İronik halini örneğin sınır kapısında çalan mehter marşı eşliğinde gurbetçilerin ülkeye girişindeki kuyruk manzaralarında görüyoruz. 1923'ten bu yana Türkiye modernleşme sancısı çekiyor. Özellikle toplumsal yaşam bazında. Fikir bazında zaten giymeye çalıştığımız gömlek içinde kayboluyoruz. E bu sancılar içinde modern Türk insanı adeta bir doğan görünümlü şahin. Şehirleşirken kapıda ayakkabısını bırakır, çöp koyar, çamaşır asar, parmak arasını kaşır... Ya o vapur sahnesine demeli?! Yapılan anonslar, halkın tam aksi davranışları, Türk insanının modern hayatı sindirmedeki eksikliğini muhteşem sergilemiyor da nedir? Hele ki Balkız'a zarar veren kadına sinirlenince Bayram'ın Mercedes sahibi bir beyefendiden ödün vermemek, sözüm ona kibar olmak için bayan, sinirini dile getirmek içinse bok kelimelerini kullanması yine içinde bulunduğumuz ironik durumun tek cümlede şahane özetidir: Bok ettin bayan!

Bayram modern hattaki düzenin büyük balığın küçük balığı yer olduğunun epeyi bir farkında. Daha filmin başında bunu Solmaz'la ilişkisinde görüyoruz. Bayram iktidar sahibi, Solmaz ise boyun eğen taraf. Boyun eğen dedikse de ezilen taraf olmaya gönüllü değil belli ki. Solmaz oyunu kuralına göre oynayıp alan memnun veren memnun motto'sunda hareket ederek bir şeyler kapma peşinde. Fakat Bayram Balkız'ın ona verdiği yetkiyi en iyi şekilde kullanmanın peşinde. Balkız onun sosyal pasaportu. Her şeyi yapabilmesine her kötülüğü affettirebilmesine yarayacak bir araç. Şahane vapur sahnesinde örneğin kadınlar üzerinde hak sahibi olabilmesine neden olarak Balkız'ı görüyor. Görünüşe bakılırsa haksız da sayılmıyor hani.


Bayram bu yetkisini sadece kadınlar üzerinde kullanmıyor. Değnekçiyle tartışmasında, kaybolan yıldızının peşinde koşarken O'na memleket yıldız bile görmemiş cümlesini kurarak toplumu eleştirme yetkisi de veriyor. Oysa ki aynı Bayram zamanında köyde arkadaşları tarafından öksüz diye taş yağmuruna tutulduğunda ses çıkaramamıştı. Bayram artık bir karakter olmaktan ziyade Balkız'ın bir kuklasıdır. Öyle ki onun bekası kendi hayatından daha mühimdir. Züğürt Mercedes'li çorba içerek karınını doyururken Balkız'a benzin almak için istasyon beğenemeyerek yolda dahi kalır.

VW minibüslü Alman ve Bayram ilişkisi şahane. Çiçekli VW birçoğumuza göre hedonizmin hakim olduğu özgür hayatın bir nevi simgesidir. Aynen bu şekilde de görüyoruz Alman turisti. Hayatını kendi zevkine/iktidarına adamış bir adamın karşına hayatını Mercedes almaya ve onun iktidarına bağlamış Bayram'ı çıkarıyoruz. Burada kör taraf Bayram. Alman yağmurun altında kendini doğanın kollarına bırakırken Bayram'ın ona adeta bir ucube muamelesi yapmasından onun bu hayata ne kadar yabancı olduğunu görebiliyoruz.

Bayram'ın hayatının geri kalanında başarılı olmasını bir arabaya bağlamasının nedeni çocukluğunda yaşadığı ezikliği, eksikliği doldurmak belki de bir nevi intikamını almak. Çocukken amcası atını vurmuştur, öksüz büyümüştür, yoksulluk, sevdiği kadınla mutlu olma isteği, birey olabilmek en önemlisi saygı duyulmak istiyordur. Saygı duyulmak. Pek insanca değil mi?


İşte Bayram tüm bunların peşinde koşarken arkasına bile bakmadan her şeyi yapmıştır. Onun Almanya'ya gitmesine vesile olan arkadaşını bile satmıştır. Çok istediği Mercedes'i almış ve sevdiği kadınla evlenmek için artık yola koyulmuştur. Bu yolda ilerlerken yaptığı bir kaza ile Baldız'ı kaybetmesiyle arkasına baktığında artık o kurtulmak istediği aşağı hayatından daha da aşağı bir hayata sahiptir. Ne sevdiği kadın ne de Baldız vardır artık. Oysa, yol boyunca onu rahatsız eden Alman turist onunla aynı yolda aynı köye (artık köy bir antik sit alanı olmuştur) gelmiş, sevdiklerine kavuşmuş, mutlu mesut yoluna devam etmektedir.

Film boyunca Bayram'a zaman zaman kızdım, güldüm fakat bir yandan da o cahil hevesinin kırılmasına cidden üzüldüm. Özellikle kaza sonrası dizlerinin üzerine çöküp bir süre geçmişe döndüğü ve ağladığı sahne sanki onunla birlikte bizim de kaybettiğimiz düşlerimize ağlamamamız için konulmuş. Bütün bu olanlar, Bayram'ın tavrı aslında düzenin insanı ne gibi bir insana dönüştürebildiğini sergiliyor. burada suçlu olan Bayram'dan ziyade toplum ve onun iktidarıdır.

Ve Bayram kırık dökük perişan Baldız'ıyla dörtyolda kalmışır. Manidar değil mi? Fikrimin İnce Gülü'nde Adalet Ağaoğlu Bayram'ın durumunu şöyle betimlemiş:

3 yorum:

  1. Turk filimleri konusunda yanildigini dusunuyorum, ciplak vatandas, zugurt aga bu konuda cok iyi orneklerdir. Kemal Sunal filmleri aslinda doneminin en buyuk toplum elestirisini yapar, kaliteli ve donemin sartlari olarak biraz da gizli sekilde sunulur elestiri ve genelde yan karakterler tarafindan. Yilmaz Guney'in son donem filmleri zaten turkiye sinemasinin sinif atlayisidir, sadece sistem elestirisi yapilmaz burada bireylerde elestirilir, onlarda incelenir. Zaten sistemi olusturanlarda bireylerdir. Baya ornek verilebilir iyi turk filmlerinden, eskiya bu listede baya arkada kalir en iyi turk filmi kategorisinde, muhtelemen 90larin en iyi listesinin basinda gelir. Son donemden, yesim ustaoglu pandora'nin kutusu , cogunluk filmleri bu konuda verilebilecek muhim ornekler. Yani benim dusunce ve goruslerim boyle, turkiye sinemasi kaliteli bir sinema oyuncu, yazar ve yonetmen bakimindan ama ana kaliteli yapimlara ulasmak bazen sans gerektiriyor, ufak bir makalenin bir cumlesinde veya internetin gizli sakli bir blogunda.

    YanıtlaSil
  2. Katılmıyorum. Bir sinemadan 10-15 yılda bir iyi bir film çıkması o sinemayı iyi yapmaz. Kaldı ki ülkemizdeki hiçbir film bir Oldboy ya da bir Das Leben der Anderen değil.

    Eşkıya bana göre bir dönüm noktasıdır. Can çekişen bir sektörü canlandırdı çünkü. Ama Eşkıya'dan sonra yapılan iyi filmlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Vizontele, Organize İşler ve Pardon dışında aklıma film gelmiyor. Ve bu üç film de yerel film. Dünya üzerinde ses getiremez, getiremedi de.

    Avrupa Recep İvedik'in ve Fetih'in DVD'leri satışa çıkıyor. Türk sinemasının kalitesinden falan bahsedemeyiz bence :)

    YanıtlaSil
  3. Öncelikle bu güzel yorumun için teşekkürler. Şans konusunda sana katılıyorum.

    Türk filmlerinden özellikle son zamanları düşünürsek, Nuri Bilge Ceylan, Yeşim Ustaoğlu, Semih Kaplanoğlu vs. hiçbirinin filmini izle(ye)medim. Nuri Bilge Ceylan özellikle beni, nasıl desem, aştı diyebilirim. Devamını getiremedim, belki de o anki havama uymadı. Her neyse, bu da diğerlerine ket vurdu diyebilirim. Yılmaz Güney konusunda haklısın fakat dikkat ettiysen söz ettiğin isimler, Kemal Sunal dışında, özellikle belli bir kitleye hitap eden isimler. Yani şunu demek istiyorum, eldeki mal çok kaliteli fakat bunu anlatımı bana ne kadar geçiyor? Tarz meselesi belki de ya da benim bazı bakış açılarına kapalı olmam da olabilir. Sarı Mercedes'in anlatımında, değindiği yerlerde çok şey buldum. örneğin Kemal Sunal'ın aksine bunları üstü kapalı değil direkt veriyor. Genel eleştiriyi bireysele indirgeyebiliyor, yanına ona özeel hikayeyi de katarak. Bence Kemal Sunal filmlerinin yönetmenleri farklı olsaydı ya da hikaye farklı ele alınabilseydi (o zamanlar için şu söylediklerim epeyi lüks) birçok filmi sollardı ki günümüzdeki birçok filmi de solluyor zaten.

    Velhasıl, benim takıldığım yer filmin anlatımı, ifadesi oluyor.

    YanıtlaSil